Şu senaryo tanıdık gelir mi?
Kalabalık bir otobüse binersiniz. Bir süre sonra size yakın bir mesafeden ağlama sesi geldiğini duyarsınız. Birkaç sıra ötenizdeki çocuk, annesinden bir şey istemektedir ve anne o şeyi çocuğuna o sırada vermemekte ya da verememektedir. Anne utanç içinde etrafına bakar ve çocuğu sessiz bir fısıltıyla tehdit eder. Çocuk susmaz.
Bu senaryoda genelde anne iki yoldan birini seçer: Ya çocuğa istediği şeyi veya o sırada ilgisini çekebilecek ama zararlı başka bir şey verir (örneğin akıllı telefonu), ya da anne çocuğu biraz tartaklar ve çocuk susar.
İki durumu da ele alalım.
Birinci durumda, eğer anne ve çocuk arasında geçen olayı bir ihtiyaçlar savaşı olarak düşünürsek, anne “savaşı” kaybetti. Ona savaşı kaybettiren ise tek bir şey oldu: Çocuğun ağlaması. Hatta çocuğun ağlaması bile değil, çocuğun ağlamasının annenin etrafındaki insanlarda yaratacağı etki. Çocuk ise kazandı ve bir hayat dersi aldı: Yeteri kadar ağlarsa istedikleri olabilir. Çünkü annesi o ağlamasın diye her şeyi yapabilecek durumda. Diğer bir deyişle, tüm bebek ve küçük çocukların zorluk yaşadığında gösterdiği doğal bir ilk tepki olan ağlamak bu örnekteki çocuk için bir silaha dönüştü.
İkinci durumda ise anne kazandı. Ama çocuk hem kaybetti, hem de acı yoldan şöyle bir hayat dersi edindi: Annemin tadını kaçırırsam canım acır, bu yüzden bir şey istesem de dışarıda susmalıyım. Tek bir olay çocuğu etkilemeyecekti belki, ama bu bakış açısıyla ebeveynlik yapan, diğer bir deyişle cezalandırıcı bir anne ve babanın çocuğu uzun vadede iki türlü kişilik geliştirebilir: Bir, otorite figürleriyle ilişkisi hep pasif kalmak üzerine gelişen ve onların yanındayken kendi isteklerini geri plana atıp erteleyen, daha çok içine atan bir kişilik. İki, toplum içinde “dayak arsızı” diye bilinen, sert otoriteye sürekli başkaldıran, kendi de başka insanlar üzerinde otorite olmaya çalışan kişilik. Bu grup için ceza ve şiddetin bir anlamı kalmamıştır, çünkü ne yaparsa yapsın cezalandırılmaktadır.
İki ihtimalin de uzun vadede yarattığı problemlere rağmen tek bir ortak noktası var: Her ne pahasına olursa olsun çocuğun ağlamasının durdurulmuş olması. Türkiye’de en önemli olan da bu. Çünkü bizde çocuğun ağlaması ayıp sayılıyor. O anda ne olduğu, çocuğun neden ağladığının hiçbir önemi yok. Çocuk ağlıyorsa ondan sorumlu olan kişi kötü bakışlara maruz kalıyor.
Sadece sosyal yaşamda değil, kendi özelimiz içinde de çocukların ağlamasına tahammül edemiyoruz. Bu doğal da… Bebek ve çocuk ağlaması insanları -hele de yorgunsalar- zorlayacak bir şey, ama her ağlayan çocuğun hemen susturulması ve her ne pahasına olursa olsun susturulması gerekmiyor. Ağlamayı öyle kötü ve zararlı bir şey olarak akıllarımıza yerleştirmişiz ki, bir çocuğun bazen mutsuz, üzgün ve kızgın olmasının ve ağlamasının aslında onun için iyi olabileceğini düşünmüyoruz.
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Çok basit: Nasıl hasta oldukça hastalıklara karşı bağışıklık geliştiriyoruz, belirli duyguları yaşadıkça da o duygularla başa çıkmayı öğreniyoruz. Böylece aynı duyguyu bir kez daha yaşadığımızda onunla başa çıkmak adına ne yapacağımızı biliyoruz.
Metroda annenin çocuğu susturmak adına yaptıklarına dönelim. Her istediği yapıldığı için hiç mahrumiyeti yaşamamış ya da istediği için beklemek zorunda kalmamış bir çocuk, bir gün istediği bir şeyi elde etmek gerçekten mümkün olmadığında bununla nasıl başa çıkacağını bilemez. Bunun nasıl mümkün olamadığını bir türlü anlayamaz çünkü. Bugüne kadar ona hiçbir zaman “hayır” denmemiştir, dense bile çocuk ağladığı için bu söylemde sebat edilmemiştir. Sadece çocukluk mu? Yetişkinlik hayatında da çocuk otoriteyle ilişkisini hep kendi istediğini almak beklentisi üzerine kuracak ve büyük hayal kırıklıkları yaşayacaktır. Üstelik artık bir çocuğun zihnindeki esnekliğe sahip olmadığı için yeni başa çıkma yolları bulmakta, kendini sakinleştirmekte sorun yaşayacaktır.
Her ağlaması şiddetlice susturulmuş bir çocuk ise ağlamanın anormal olduğuna dair bir bilinçdışı inanış geliştirebilir ve ileride ağlamasının normal, hatta sağlıklı olduğu durumlarda bile duygularını bastırmaya çalışabilir. Ağlamanın bir diğer faydası içimizdeki üzüntü, öfke ya da sıkıntıyı atarak sakinleşmemizi sağlamasıdır. Örneğin, birini kaybettiğimizde yas dönemine girer ve zorlu duygularımızı ağlayarak içimizden atarız. Ağlamayan, ağlayamayan insanlar, o dönem aslında hissettikleri bütün zorlu duyguları içlerine atar, bu nedenle de yası asla çözümleyemez, bitiremezler. Ağlaması şiddetlice susturulan çocuk da yetişkinliğinde duygularını yaşamakta ve ifade etmekte karşısındaki insana güvenemez, zorlanır. Bu da çeşitli psikolojik problemlere neden olabilir.
Kanımca, ağlamayan bir çocuk yetiştirmek için anne-babaların çocuğun ağlamasını bastırmak yerine önce ağlamaya dair görüşlerini değiştirmesi gerekiyor. Çocuk bazen ağlayabilir. Bu doğal bir tepkidir. Bu noktada çocuğa vurmak ve bağırmak kadar onun istediği her şeyi yapmak da sakıncalı. Yapılabilecek şey, çocukla empati kurmak, sakin bir ses tonuyla uğruna ağladığı şeyin şu an mümkün olmadığını ama uygun bir zaman ve şekilde olabileceğini aktarmaktır. Eğer ağlamaya devam ederse, ağlamak isterse ağlayabileceğini ancak bunun durumu değiştirmeyeceğini söyleyebilirsiniz ve önden uyararak ağlamaya devam etmesi halinde onunla ilgilenmeyi kesebilirsiniz. Şu videoda da görebileceğiniz gibi, çocuklar seyircileri yokken çoğunlukla ağlamazlar :)
Videoyu İzlemek İçin Lütfen Tıklayın !
Öyle geliyor biliyorum ama ağlamak tabu değil. Ağlamak çocuğunuzun hoşnut olmadığı zaman gösterdiği bir tepki sadece. Ona anlamlar yükleyen, bastırmaya çalışan, ya da susturmak için çocuğunu şımartmayı göze alan bizleriz. Elbette çocuklar sürekli ağlamalı demiyorum, ama çocuğunuzun temel ihtiyaçlarının (dengeli ve yeterli beslenme, yeterince uyku, sağlıklı ve güvenilir bir hayat, onu sevdiğini ve onu hep koruyacağını hissettiği ebeveynler gibi) dışında, o an karşılayamayacağınız ya da karşılamayacağınız bir istekle size geldiğinde, ya da ona bir kural koyduğunuzda, bir sınırı ihlal ettiğinde eğer ağlıyorsa, bu anormal bir şey değil. Onun ruhunda yara açacak olan ağlaması değil, sizin ona gösterdiğiniz tepki olacak.
Uzman Klinik Psikolog Nazlı Akay