O kadar çok sorunlu davranışlara odaklanıyoruz ki, çocuklarımızın karakteristik yapıları üzerine düşünmeyi unutuyoruz. Ya da karakteristik yapılarını incelemeyi es geçip çok normal olabilecek tepkilerine sorun yaftaları takıveriyoruz. Her çocuk “hiperaktif” ya da bir şekilde “sorunlu” oluveriyor Oysaki her çocuk birbirinden farklı, her çocuk seslere, dokunmaya, görüntülere, tatlara farklı tepkiler veriyor. Birini gıdıklarsanız mutlu oluyor, diğeri korkup huysuzlanıyor. Elektrik süpürgesinin sesi birini heyecanlandırıyor, diğeri o seste rahatça uyuyor, bir diğeri ağlamaya başlıyor. Neden? Çünkü her çocuğun bir “doğa”sı var, her çocuğun kendine özgü karakteristikleri ve bu karakteristiklere göre değişen gelişimsel ihtiyaçları var. Pek çoğumuzun gözden kaçırdığı, çocuklarda “içe dönük” karakteristik yapıya değinmiştim. Bu kez de “aşırı duyarlı” yapıyı ele almak istiyorum.
Biz onlardan çoğu zaman “huysuz kızım”, “huysuz oğlum” diye söz ederiz. Hani vardır ya, her zaman severek yediği bulgur pilavı nedense o akşam “farklı tatta” gelir ona. Ya da her zaman yediği çikolatanın kırmızı renkli paketi değişmiştir, mavi renkli paketle birlikte nedense o çikolatanın tadı da değişmiştir, bir daha yemez. Sürekli giydiği bluzun yakası o gün batmaya başlar. İç çamaşırlarının dikişine ütü bastırıp yakmış olmakla suçlar sizi, çünkü dikişler nedense sertleşmiştir rahatsız eder. Bebekken ancak bir saat ayağınızda salladıktan sonra uyuyan çocuktur o. En ufak bir gürültüde uyanan, elektrik süpürgesi çalıştığında avaz avaz ağlayan, yeni yüzlerden, seslerden, kokulardan rahatsız olan çocuk. Hani bir ortamda karşıdaki teyze onu sevmek isteyince, “o çirkiiin, sevmesin beni” deyip, sizi yerin dibine sokan çocuk vardır ya, o işte. Hep isteyen, eteğinizden ayrılmayan, ağlamaklı. Yeni yaşantılardan sıkıntı duyan, oyun oynayan bir grup arkadaşının yanına götürmek istediğinizde gözyaşlarına boğulan, palyaço gördüğünde çılgına dönen çocuk.
Aşırı duyarlı çocuklar duyularına göre yaşarlar. Bu nedenle de gördüklerini bir bütün olarak değil küçük parçalar şeklinde algılarlar. Siz palyaçoya baktığınızda bir bütün olarak sevimli, komik bir karakter görürsünüz, o ise kocaman kıpkırmızı ağza ya da göze benzemeyen deliklere takılıp kalır. Okul hayatında anlatımda güçlük çeker. Çünkü anlatmaya ayrıntılarla başlar ve bütüne gelmekte zorluk çeker. Ya da fen gibi, matematik gibi soyut alanlarda güçlük yaşar. O zaman da kaçınılmaz olarak bir öğrenme güçlüğü olduğunu düşündürür. Başka bir boyuta bakacak olursak, başkalarının hislerine o kadar duyarlı olabilir ki, yüz ifadeleri gibi inceliklere takılır. Sınıf ortamında bir arkadaşının bir bakışı sorun yaratabilir. Aynı duyarlılık kendi duyguları için de geçerlidir. Kendi duygularını o kadar şiddetli yaşayabilir ki üzüldüğünde kendini yerlere atar, öfkelendiğinde birini tekmeleyebilir. Ve elbette aşırı duyarlı bir çocuğu büyütmek kolay iş değildir.
Yere bıraktığınızda çılgınca ağlamasından korkarak sürekli kucağınızda taşırsınız. Yatağına yatırmakta zorlandığınız için saatlerce kitap okur, şarkı söyler ya da saçınızla oynamasına izin verirsiniz. Daha büyüdüğünde onunla oynayacak çocuk bulmak ve uygun organizasyonlar yapmak için kendinizi paralarsınız. Verilen ödevlerin çokluğundan şikayetçi olup yapmadığında en azından bir kısmını onun yerine yapıp rahatlatmaya çalışırsınız. Ama aslında tüm bu yaptıklarınız onu daha da bağımlı hale getirmekten öteye gitmez. Hiç şüphesiz niyetiniz oğlunuzun ya da kızınızın kendisini daha iyi hissetmesini sağlamaktır, ama sağlayamazsınız. Burası sabrınızın da tükendiği yerdir. Öfkelenirsiniz ya da cezalandırmak için kendinizi geri çekersiniz, ilgilenmezsiniz. Hem öfke, hem ilgisizlik, hem de gereğinden fazla koruma durumu daha da kötüleştirir.
Pekiyi ne yapmalısınız? Bu tür çocuklarla temasta dikkat etmeniz gereken en önemli şey, hiç hoşunuza gitmese de çocuğunuzun gerçek hissinin ne olduğunu anlamaya çalışmanız ve onu anladığınızı, ona yakın olduğunuzu hissettirmenizdir. Hisleri ne kadar uç noktalarda olursa olsun, gözünüze hiç gerçekçi görünmese de anlamaya çalışmalısınız. “Çok çirkinimden” başlayıp “beni hiç kimse beğenmiyor” la devam edip meseleyi “çok yalnızım” a bağlayan kızınıza hiç de çirkin olmadığını, aslında bir sürü arkadaşı olup hiç de yalnız olmadığını kabul ettirmeye çalışmak, ona “seni anlamıyorum” demenin başka bir yoludur. Hislerini yorumlamayın, dinleyin, daha fazla anlatmaya özendirin ve yanında olun.
Ya da eğer çorabının dikişinin ayağını rahatsız ettiğini söylüyorsa, onun için öyledir, kabul edin. Şakaya vurun. Çünkü çocuğun hissettiği odur, bundan emin olun ve empati kurun. Bu aranızda bir yakınlık oluşturacaktır. Okul kapısında onu bırakıp gitmenize tepki gösteren aşırı duyarlı çocuğunuza “benim nerede olacağımı bilmediğin için seni bırakıp gitmemi istemediğini anlıyorum” demeyi deneyin. Evde olayı canlandırın. Oyun haline getirin. Anne babayı işe, çocuğu okula gönderin. Akşam olunca herkesin eve dönüşünü planlayın. O saate planlar yapın.
Elbette sınır koyun, ama aşırı duyarlı çocuğunuz için sınır belirleme sürecinize mutlaka sevginiz ve anlayışınız eşlik etsin. Kıracağı korkusuyla oyuncaklarını arkadaşına vermeyen ve öfke nöbeti geçiren çocuğunuzu düşünelim. Aşırı duyarlı bir çocuksa eğer, arkadaşının oyuncaklarını parçalayacağı hissi gerçektir. Tabii ki bunu bilmeniz öfke nöbetini hoş göreceğiniz anlamına gelmez. Sınırınızı koyarken katı ama sakin olun ve mutlaka “oyuncaklarının kırılacağını düşündüğün için onları paylaşmanın senin için zor olduğunu biliyorum” gibi bir cümle ile onun duygularını anladığınızı belirtin. Kendinize ve çocuğunuza özgü bir yaklaşım ve tarz geliştirin. Ç ocuğunuzun tüm duyarlılıklarını, kendine özel tepki şekillerini anlamak ve ona göre kendi tepkilerinizi geliştirmek zorundasınız. Çünkü onun dokunmaya, seslere, kokuya, hareketlere verdiği tepkiler, sizinle ve dünyayla kurabildiği iletişimin şekilleridir ve size de onun duygularını anlama ve iletişim kurma yollarını keşfetme şansı verir. Bu şansınızı iyi kullanmanızı öneririm.
Psk. Dan. Elvan KANDEMİR