Fazla ağlamayan, yatağında, bebek arabasında sorun çıkartmadan yatan, etrafına dizdiğiniz oyuncakları ya da ellerini inceleyerek sakin sakin oturan bir bebeğiniz varsa ne kadar sevinirsiniz, öyle değil mi? Mutlu, huzurlu bir bebek dersiz. Böyle “kolay” bir bebeğe sahip olduğunuz için kendinizi şanslı sayarsınız. O dış dünya ile çok ilgili gibi değildir. “İşitme duyusu” normaldir, ama her nedense sese kolay yanıt vermez. Bir gülümsemesi için deli olursunuz, ama o gülücük uğruna epeyce uğraşmanız gerekir. Doğrudan göz temasından kaçar, dış dünya ait şeylerle sanki hiç ilgisi yokmuş gibi kendi iç dünyasında yaşar. Yüz ifadelerinize tepki vermez. Örneğin, yaptığını onaylamadığınızı belli edecek şekilde bakarsınız, etkilenmez. Aynı şekilde onaylar şekilde gülümsemenizden de etkilenmez. Arkadaşlarınızın çocuklarının yaptığı gibi şuraya buraya doğru hızlı hızlı emeklemez, merdivenlerden bir inip bir çıkmaz. Yakınına koyduğunuz oyuncaklarla oynar. Aynı kitaplara defalarca bakar, aynı çizgi filmi defalarca izler. Diğer çocukların neyle oynadıklarına bakmaz bile. Birkaç kez aklınızdan “acaba diğerlerinden daha mı sessiz?” diye geçirseniz de zamanında yürüdüğü, zamanında konuştuğu için fazla üzerinde durmaya gerek duymazsınız. En fazla çok sosyal olmayacaktır, o kadar.
Sonra okul dönemi başlar. Bir bakarsınız ki, diğer çocuklar birbirleriyle bağıra çağıra, gülerek oynarken sizin ki bir köşede tek başına duruyor ya da kendi kendine oynuyor. Ne oyuna katılır ne de arkadaşlarıyla buluşmak ister. Hatta onlarla buluşmaktansa evde oturmayı yeğler. Evde de sizinle birlikte olmaktansa bilgisayar başında ya da tek başına oturmayı tercih eder. Öğretmenleri sürekli onu kaynaştırma çalışmalarına dahil eder. Aslında bir veya iki arkadaşı vardır, onlar da kendisi gibi sakin çocuklardır. Evine davet etmez, evlerine de gitmez. Biliyorsunuz okul ortamları rekabetçidir, oysa sizin çocuğunuz yarışmayı sevmez ve zorlandığında da kendi dünyasına çekilir. Ama tüm bunlar başarısız bir öğrenci olduğu anlamına gelmez. Satrançta, bilgisayarda uzmandır. Notları fena değildir. Sınıfta usludur, evde de zaten kendi faaliyetlerinin içine kapanmıştır. Duygusal gelişimi için gerekli olan ilişkilerden kaçınır. Onun yaşında sahip olması beklenmeyen bir sürü bilgiye sahipken kendi hayatında olup bitenin pek farkında değildir.
Bizim “içe dönük” olarak tanımlayabileceğimiz bu çocuk düşüncelerini sözcüklerle ifade etmekte güçlük çekebilir. Konuşması yavaş olabilir. Ne yaptığını, ne hissettiğini veya ne istediğini ifade edecek sözcükleri bulması pek kolay olamayabilir. Onunla gününü nasıl geçirdiğine dair bir konuşma yapmak sizi epeyce zorlayabilir. Size kapalı, dışarıya karşı pasif çocuğunuza bir şey veremediğinizi hissedersiniz. İlginize hiç karşılık vermeyen biriyle sürekli ilgilenmeye çalışmak zordur. Bıkarsınız. Zaten çok dikkat istemeyen bir çocuk olduğu için, zamanla onu kendi haline bırakırsınız. “Evet, sosyal ilişkileri biraz zayıf, ama büyüdükçe üstesinden gelir” diye avunup beklentilerinizi minimuma indirirsiniz.
Oysa çocuğun dış dünyaya uyum sağlamakta güçlük çektiği çok açıktır. İçe dönük çocuk doğru iletişime geçebilmeyi öğrenmek için ebeveyninin desteğine muhtaçtır. Onu kendi dünyasından çekip çıkartmanız, onunla gerçek dünya arasında bir köprü kurmanız gerekir. Hatta henüz bebekken dış dünyaya çekebilmek için ona diğer çocukların ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla ses, çok daha fazla dokunuş ve çok daha fazla hareket sağlamanız gerekir. Elbette direnecektir. Başlangıçta yaşantılarını siz organize edeceksiniz, ama amacınızın onun kendi isteğiyle iletişim kurmasını sağlamak olduğunu unutmayacaksınız. İçe dönük çocukta belirli bir motivasyon yaratmak zor iştir. Sizi tüketebilir, ama onun dünyasına bir şekilde girmek zorundasınız. Gerçekten ilgisini çekecek bir şeyler bulup o dünyaya girmelisiniz. Sizi içeri kabul etmek istemeyecektir. Uğraşmalısınız. Diyelim ki yerde oturmuş oyuncak arabalarıyla oynuyor. Yanına oturuyorsunuz, yüzünüze bile bakmıyor. Elinize arabalardan birini alıp onunkinin yanında sürmeye başlıyorsunuz. Kaşlarını çatıp çekiyor arabasını. Yılmayacaksınız, belki ondan daha hızlı sürmeye çalışacaksınız. Sabırla devam ederseniz kim bilir belki bir süre sonra kendinizi oğlunuzla yerde araba çarpıştırırken bulacaksınız. Ya onunla konuşacak ya da onun oyununa aktif katılacaksınız.
Sözlü iletişim kuramadığınız noktada davranışlar ve mimiklerle iletişim kurmaya çalışmalısınız. Onu kendi haline bırakmak yapılacak en kolay şey olur. Önce çocuğunuzu tanımanız lazım. Onu en çok uyarabilen şeyin ne olduğunu keşfetmeniz lazım. Sesler mi? Renkler mi? Hareketler mi? Onunla en iyi iletişimi nerede ve nasıl kuruyorsunuz? Eğer sese duyarlıysa yüksek sesle müzik dinlemek, yüksek tonla konuşmak iyi bir başlangıç noktası olabilir ya da görsel uyaranlardan etkileniyorsa odasını parlak renklerle boyamak, ışıklarla donatmak, hareketlere tepki veriyorsa onunla yerlerde yatıp yuvarlanmak, güreş yapmak sıcak bir iletişimin kurulmasına olanak verebilir. Düşünmeniz gerek, planlamanız gerek ve en önemlisi bunları angarya olarak görmemeniz gerek. Süreç, yavaş bir süreç olacaktır. Her defasında bir iki saniye daha fazla oyun, bir iki daha fazla kelime onun sizden ve çevreden kaçmasını engellemek yolunda atılacak önemli adımlar olacak ve emin olun zamanla dış dünya ile iletişim kurma isteği artacaktır.
Psk. Dan. Elvan KANDEMİR