İnsanların kişisel menfaatlerini her şeyin en üstüne koyduğunu günümüzde sık sık görür olduk. Bu davranışın sebebini incelediğimizde karşımıza neler çıkıyor bir bakalım.
Narsizim tüketimi
İçinde bulunduğumuz zamana “narsizim çağı” deniyor. Hemen her şey bizim olsun, hem de hiç beklemeden! Çünkü medyada pazarlama çarkları sürekli “Sen buna değersin, çok özelsin, bu yaşam ayrıcalıktır, mutlu ve başarılı olmak için...” mesajları bombardıman ediliyor. Neden mi? Çünkü bir insanı diğerlerinden daha ayrıcalıklı olduğuna/olacağına ikna ettiğinizde ona ayrıcalığını koruması/ayrıcalığa erişmesi için istediğinizi satıp zengin olabilirsiniz. Bu tüketim çarkı içinde insanlar sürekli daha değerli hissetmek için paralarını (yoksa borçlanarak) tüketime harcıyorlar. İnsanlar, narsistik duyguları okşandıkça maddi eşyalarla manevi ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlar. Böylece daha çok alıp, daha çok borçlanıp daha çok çalışmak zorunda kalıyorlar ve otoriteye daha az itiraz ediyorlar. Olmayan parasıyla ihtiyacı olmayan şeyleri alıp, sevdiği-sevmediği insanları etkilemeye çalışan bir nesil ile karşı karşıya kalıyoruz. O zaman burada bir durup nereye gittiğimizi bir düşünelim.
İyi insan ilişkileri
Ramazan bize; maddi dünyadan başımızı kaldırıp, manevi duygularımızı hatırlamamıza vesile olsun. Kendini özel ve değerli hissetmenin tek yolu sadece kendine yatırım yapmak değildir. Bir kimsenin bir kimseye yardım etmesi, başkasının ihtiyacını karşılamaktan memnun olması, iyilik yapması dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getiriyor. İyilik yapmanın bir kimseyi iyi hissettirdiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Harvard Adult Development Study adında bir yıllar süren bir çalışma var, 1938 yılında başlayan bu sosyal deneyde şu sonuca erişiyor: ‘İnsanları mutlu ve sağlıklı yapan: İyi insan ilişkileri kurmaktır.
Çocuğa örnek olmak
Tüketimin tam ortasında ne olduğundan habersiz masum çocuklar var. Çocuk doğası gereği alıcıdır, anne karnında anneden vücudunun yapı taşlarını alır, bakım veren kişinin emeğini alır, annesinin sütünü alır, bir şeyleri sunan değil isteyendir. Çocuk hayatta kalma içgüdüsüyle almaya odaklıdır ve ben merkezlidir. Verici olan ebeveyndir; zamanını verir, sabrını verir, imkanlarını verir. Görüyoruz ki çocukluktan yetişkinliğe geçişte insan bir bakıma almaktan ziyade vermeye geçiyor. Vermekle mutlu oluyor. Bunu çocuğumuza da büyüme sürecinde öğretmeliyiz. Nasıl mı? Örnek olarak. Başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı olduğunuz durumları çocuklarınızın gözlemlemesine fırsat verin. İnsanların maddi, manevi ihtiyaçlarını karşıladığınızda bununla ilgili çocuğunuzla konuşarak onda farkındalık yaratabilirsiniz.
Çocuğu iyiliğe sevk etmek
Çocuğunuza örneğin, 40 sayfalık bir boyama-çıkartma kitabı aldınız. İçinde çeşit çeşit göz alıcı etkinlikler var. Bu kitaptan olmayan oyun arkadaşına bir sayfasını koparıp vermesine teşvik edebilirsiniz. Birlikte boyama- yapıştırma yapmaktan zevk almasını sağlayabilirsiniz. Arkadaşı da onunla bir oyuncağını paylaştığında bu olumlu davranışın altını çizebilirsiniz.
Kumbarasında para biriktiren çocuğunuza kumbarasındaki parasının sembolik bir kısmını ihtiyaç duyan kişilere vermesine motive edebilirsiniz.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus çocuğun vermeye ikna olması ve vereceğini kendi seçmesine saygı duyulmasıdır. Çocuğun her şeyini herkesle paylaşmasını beklemeniz çocuğunuzu hırçınlaştırır ve ‘sadece fedakarlıkla mutlu olan bir çocuk’ haline getirebilir. Yetişkinlikte de kendinden başka herkese yardım eden biri olabilir.
Amacımız çocuğun önce kendine sonra diğer insanlara yardım eden biri olmasıdır.
‘Sadece kendim’ ya da ‘sadece başkaları’ arasında dengeli bir tutuma konumlanmasıdır.
Uzm. Psk. Dan. Deniz ÇANGA